George Orwell’in 1947-1948 yıllarında yazıp, 1949 yılında yayınlatabildiği bugün de hala çok okunan kitaplar listesinde yerini koruyan 1984 isimli romanında ‘’Aslında hiçbir şey yasa dışı değildi. Çünkü artık yasa yoktu.’’ diyerek anlattığı dramatik durum tam da bugün yaşadığımızı ta o yıllardan günümüze taşır. Sanki o ütopya bugün gerçekleşmiştir.
Romanın konusu despotizmin (zorbalık) egemen olduğu bir dünyayı anlatır. Bu ütopyaya göre, dünya eşit güce sahip üç bloka ayrılmıştır. Yönetenler tek egemen güçtür. İnsanlar yöneticilerin korkusu ile sinmiş, özgürlükler kaldırılmış, ahlâki, insani duygular yok edilmiş, düşünme ile düşündüğünü söyleme yasaklanmış, yaşam tüm güzelliklerini yitirmiştir. Hiç kimse birbirine güvenememektedir. Çoğu kişiler casustur. En yakınlarını yönetime gammazlama bir ödev haline getirilmiştir. Bireylerin kişilikleri tamamen silinmiştir. İnsanlar birbirlerinden uzaklaşmış, güvensizlik ve korku hâli toplumu ele geçirmiştir.
Bir partinin devleti ele geçirip bütün otoriteyi o ülkede yaşayan insanların refahı ve mutluluğu için değil de kendileri gibi düşünmeyenleri ötekileştirerek, sadece kendileri gibi düşünen ve yaşayanların isteği doğrultusunda kullanması devletin partileştiğini gösterir. Var olan devlet partileşmişse eğer, zaman içinde devletin bütün kurumlarında çalışanlar o partinin gönüllü ya da gönülsüz yandaşları haline gelirler. Gelmeyenler de ya uzaklaştırılırlar, ya kendileri uzaklaşırlar ya da kendilerini baskıdan korumak için gerçek kişiliklerini saklayan, kendini ifade edemeyen silik insanlar haline gelirler. Acımasız ve baskıcı düzenin kaçınılmaz bir sonucudur bu durum.
Devletin kurumlarında çalışanlar devletin koymuş olduğu hukuk kurallarına, kanunlara, uyan değil de, partinin istek ve emirleri doğrultusunda hareket etmek zorunda olan bürokratları ve çalışanları haline geldiğinde devletin kurumları da egemen güç haline gelen partinin isteklerine uygun hareket etmek zorunda kalarak partileşirler. Partileşen kurumların yürürlükteki hukuk kurallarına ve kanunlara göre değil, partinin isteklerine göre hareket etmesi de hukuksuz olsa bile hiç de garipsenecek bir durum değildir. Zaten öyle de olmuştur.
En son yaşadığımız referandum da Yüksek Seçim Kurulu Başkanının ağzından çıkan ‘’Ak parti temsilcisinin isteği üzerine…’’ diye devam eden cümlenin ve sonucunda var olan kanunu yok sayarak alınan kararın bir devlet kurumu olan Yüksek Seçim Kurulunu, Yandaş Seçim Kurulu haline getirdiğini çok acı da olsa hep birlikte gördük ve yaşadık. Vatandaşın devlet kurumuna olan inancını yok edersiniz. Aslında yok ettiğiniz devletin kendisi olur.
Devleti yönetenler; kendileri kanunlara uymazlar, var olan hukuka göre hareket etmezler aksine barbarca çiğnerlerse eğer vatandaşlardan o kanunlara uymalarını ve o hukuka göre davranmalarını nasıl beklerler acaba? Bu durum devlet olmanın devlet idare etmenin etiğine uygun mudur?
Baskıyla, zorbalıkla, insanların iradelerine engeller koyarak sürdürmek istediğiniz iktidar bir süre mutlaka devam eder, eder ama bir yere gelir artık tıkanır. Artık ondan sonrası hem iktidar sahipleri hem de karşılarında olanlar için zor ve yıkıcı bir süreç olacaktır. Bu süreçten de hiç kimse kârlı çıkmayacaktır. Çıkmasının da imkânı yoktur. Ancak aklın, bilginin, ahlâkın, doğrunun, iyinin ve güzelin öne çıkarılarak, hakkın ve hukukun üstünlüğü dikkate alındığında herkes için mutlu sona ulaşılacaktır. Yoksa işimiz kötüdür.
Unutmayalım ki
VATANDAŞIN DEVLETİN KURUMLARINA OLAN İNANCINI YOK ETTİĞİNİZDE ASLINDA DEVLETİ YOK ETMİŞ OLURSUNUZ!
Anasayfa
Yazarlar
Turgut ÖZKUL
Yazı Detayı
Bu yazı 1818+ kez okundu.
YANDAŞ SEÇİM KURULU
George Orwell’in 1947-1948 yıllarında yazıp, 1949 yılında yayınlatabildiği bugün de hala çok okunan kitaplar listesinde yerini koruyan 1984 isimli romanında ‘’Aslında hiçbir şey yasa dışı değildi. Çünkü artık yasa yoktu.’’ diyerek anlattığı dramatik durum tam da bugün yaşadığımızı ta o yıllardan günümüze taşır. Sanki o ütopya bugün gerçekleşmiştir.
Romanın konusu despotizmin (zorbalık) egemen olduğu bir dünyayı anlatır. Bu ütopyaya göre, dünya eşit güce sahip üç bloka ayrılmıştır. Yönetenler tek egemen güçtür. İnsanlar yöneticilerin korkusu ile sinmiş, özgürlükler kaldırılmış, ahlâki, insani duygular yok edilmiş, düşünme ile düşündüğünü söyleme yasaklanmış, yaşam tüm güzelliklerini yitirmiştir. Hiç kimse birbirine güvenememektedir. Çoğu kişiler casustur. En yakınlarını yönetime gammazlama bir ödev haline getirilmiştir. Bireylerin kişilikleri tamamen silinmiştir. İnsanlar birbirlerinden uzaklaşmış, güvensizlik ve korku hâli toplumu ele geçirmiştir.
Bir partinin devleti ele geçirip bütün otoriteyi o ülkede yaşayan insanların refahı ve mutluluğu için değil de kendileri gibi düşünmeyenleri ötekileştirerek, sadece kendileri gibi düşünen ve yaşayanların isteği doğrultusunda kullanması devletin partileştiğini gösterir. Var olan devlet partileşmişse eğer, zaman içinde devletin bütün kurumlarında çalışanlar o partinin gönüllü ya da gönülsüz yandaşları haline gelirler. Gelmeyenler de ya uzaklaştırılırlar, ya kendileri uzaklaşırlar ya da kendilerini baskıdan korumak için gerçek kişiliklerini saklayan, kendini ifade edemeyen silik insanlar haline gelirler. Acımasız ve baskıcı düzenin kaçınılmaz bir sonucudur bu durum.
Devletin kurumlarında çalışanlar devletin koymuş olduğu hukuk kurallarına, kanunlara, uyan değil de, partinin istek ve emirleri doğrultusunda hareket etmek zorunda olan bürokratları ve çalışanları haline geldiğinde devletin kurumları da egemen güç haline gelen partinin isteklerine uygun hareket etmek zorunda kalarak partileşirler. Partileşen kurumların yürürlükteki hukuk kurallarına ve kanunlara göre değil, partinin isteklerine göre hareket etmesi de hukuksuz olsa bile hiç de garipsenecek bir durum değildir. Zaten öyle de olmuştur.
En son yaşadığımız referandum da Yüksek Seçim Kurulu Başkanının ağzından çıkan ‘’Ak parti temsilcisinin isteği üzerine…’’ diye devam eden cümlenin ve sonucunda var olan kanunu yok sayarak alınan kararın bir devlet kurumu olan Yüksek Seçim Kurulunu, Yandaş Seçim Kurulu haline getirdiğini çok acı da olsa hep birlikte gördük ve yaşadık. Vatandaşın devlet kurumuna olan inancını yok edersiniz. Aslında yok ettiğiniz devletin kendisi olur.
Devleti yönetenler; kendileri kanunlara uymazlar, var olan hukuka göre hareket etmezler aksine barbarca çiğnerlerse eğer vatandaşlardan o kanunlara uymalarını ve o hukuka göre davranmalarını nasıl beklerler acaba? Bu durum devlet olmanın devlet idare etmenin etiğine uygun mudur?
Baskıyla, zorbalıkla, insanların iradelerine engeller koyarak sürdürmek istediğiniz iktidar bir süre mutlaka devam eder, eder ama bir yere gelir artık tıkanır. Artık ondan sonrası hem iktidar sahipleri hem de karşılarında olanlar için zor ve yıkıcı bir süreç olacaktır. Bu süreçten de hiç kimse kârlı çıkmayacaktır. Çıkmasının da imkânı yoktur. Ancak aklın, bilginin, ahlâkın, doğrunun, iyinin ve güzelin öne çıkarılarak, hakkın ve hukukun üstünlüğü dikkate alındığında herkes için mutlu sona ulaşılacaktır. Yoksa işimiz kötüdür.
Unutmayalım ki
VATANDAŞIN DEVLETİN KURUMLARINA OLAN İNANCINI YOK ETTİĞİNİZDE ASLINDA DEVLETİ YOK ETMİŞ OLURSUNUZ!
Ekleme
Tarihi: 27 Nisan 2017 - Perşembe
YANDAŞ SEÇİM KURULU
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.